YUNAN MİTLERİ VE ASTROLOJİ – 1

Mitler ve Yıldızlar

Yunanlılar mitten şöyle bahsederlerdi: “Hiçbir zaman varolmamış olanın fakat daha önce varolan ve varolacak olanın anlatısı.” “Mitos” Yunanca’da “anlatı”, “söz” anlamına gelir; Hesiodos onu gerçeği dile getiren söz olarak tanımlar; o halde mitos başlangıcın paradoksal uzay zamanında yer alan yaratılışının anlatışıdır. Mit, sembollerle giydirilmiş bir bütün olarak aklımıza ve kalbimize hitap eden ^şiirsel bir dille konuşur. Sembollerle süslüdür çünkü onlar kalpten ve hayalden geçen somutun ve soyutun, görülür ve görülemezin, düşüncenin ve davranışın arasındaki köprülerdir ve zıtlıkları birleştirmenin araçtandır.

Mit davranışlarımızın esin kaynağına dönüştüğü, yaratıcı düşüncemiz tarafından algılandığı ve yaşandığı zaman gerçek olur. Yıldızlar gökyüzünün düzenini, düzenli ritminden kesimleyerek kâinatın kalp atışlarını gösterirler ve bu kâinatta, tüm varlıkların katıldığı çok büyük bir Hayatın kapılarını oluştururlar. Analojilerin gerçek bilimi olan astroloji bizi büyük sonsuzlukta (makro kozmos) yaşayandan, insana (mikro kozmos) kadar, yaşayanın görüntüsüne bağdaştıran derin bir ilişkiyi ortaya çıkartır. Hermetik ilkeye göre: “yukarıda olan aşağısı için de geçerlidir ve tersine”. İnsanın temel psikolojik hareketlerinin göstergelerine dönüşen, gezegenlere bağlı, kesin bir simge bilim doğurur. Gözle görülebilen gezegenlerin sonuncusu olan Satürn’e kadar sistemimizin yıldızı Güneş’ten itibaren, yıldızların konumları ve böylece karakteristikleri ve ritimleri Dünya’nın düzenini yöneten yedi ilkenin simgesel görünüşlerini oluşturur. Pitagorcuların bahsettikleri “kürelerin uyumunu” tanrı Apollo’nun yedi telli sitarı sembolize eder. Antik Yunan mitleri ile bağdaştırarak sunacağımız yedi güçlü gezegen hakkındaki bu yazı serimize, en uzak gezegenden yani sembolik olarak en arkaik olan Kronos-Satürn’den başlayacağız. Zamanın ve kaderin efendisi Satürn’ün aracılığıyla Dünya’nın ve yaratılışın köklerine, insanın sık, sık bakışını gökyüzüne çevirerek cevabını aradığı ilk soruya varırız: “Eğer gerçekten hareketlerimle evrensel kanuna bağlıysam, hangi ölçü içinde kaderimin kölesi ya da efendisi olmalıyım?” Kader Tanrısı Kronos’un bize verdiği cevabı dinleyelim… Yunan dininde, tanrısal olan ile insan arasındaki ilişkiyi anlamak için W. Otto’nun düşüncesine bakalım: “Bir Yunanlı için Tanrı’nın tecrübesi, kişi yol üzerindeyken ve dünyanın canlı bir parçası olduğunda yapılır.

Tüm canlılığı ve ani oluşu ile Tanrı, onu başarmasını sağlasın veya ona köstek olsun onu aydınlatsın veya bulandırsın, kendi yaptığı ve üstüne aldığı her işte insana görünür.” İnsan, kusurlarından dolayı, yaptığı hareketlerin sonuçlarından kaçınmayı umut etme gücünden yoksundur. Bununla birlikte bizi korkutan bir sertlikle bu sonuçlar bize kendilerini hissettirirler. İyi ya da kötü davranışında insan, kendisiyle övünmeli mi yoksa kendisini suçlamalı mı? Hiçbir durumda insan, kendisinin bu sonuca varabileceğini düşünemez. Suçlu, tamamen kişisel iradesinin hatasıyla yüklü bu alçak gönüllülüğe sahip değildir; başına gelenin tek sebebinin kendisi olmadığını zanneder. Bunun için bir felaketin ortasında bile kendinden emin ve gururlu bir şekilde kalabilir. Sözün kısası, başa gelmiş olan yıkmak için olsa bile, dünyada varolan her şey gibi üstün kararlara aittir. Bu görüşün temeli dünyanın tanrısallığına olan sağlam inanışta yatar. Bu, insanın dünyayı ve bireysel varoluşunu mit aynasında görebildiği zamandır. durmaksızın sürüp giden bu bitmeyen doğurmayı tamamlar. Uranos yeni kutsal kuşakların durmadan doğmasını meydana getirecek ne zaman bırakır ne de Gaia’nın üzerinde bir yer. Eğer sınırlanmış varlığı ile gücenmiş Gaia olayların görünümünü değiştirecek kalleş bir kurnazlık düşünmeseydi, dünya donmuş bir şekilde kalacaktı.

Uranos’un Hadım Edilmesi

Gaia, metal, beyaz bir kesme aleti yaratır. Ondan bir av bıçağı yapar: çocuklarını, babalarını cezalandırmak için yüreklendirir. Yüreği cesaret ve kurnazlık dolu en genç titan Kronos hariç hepsi kararsız kalır ve titrerler. Gaia, onu saklar, pusuda bekletir; gece Uranos, Gaia’nın üzerine yattığı zaman Kronos bir bıçak darbesiyle onun cinsel organını keser ve atar. Bu şiddet dolu hareketin kesin kozmik sonuçları olacaktır. Gökyüzü hiçbir zaman Yer’den uzaklaştırılamaz, kozmik yapının çatısı gibi dünyanın üzerinde sabitleştirilir. Uranos artık Gaia ile ilkesel varlıklar üretmek için birleşmeyecektir. Uzaklık kendi kendine açılır ve yarık şekillerini alır, zamanda ve uzamda yerlerini bulacak varlıkların çeşitliliğine izin verilir. Yaratılış üzerindeki engel kalkar ve dünya ürer, düzenlenir. Bununla beraber bu kurtarıcı hareket aynı zamanda korkunç bir cinayettir ve Gök-Baba’ya karşı bir isyandır, kozmik düzenin, iktidar hiyerarşileri ve Tanrılarda yetki ayrımlarıyla, suçlu bir şiddetle, bedelinin ödenmesi gereken kalleş bir kurnazlıkla kurulmasının mümkün olamayacağı düşünülebilir.

Kronos bir bıçak darbesiyle kopardığı Uranos’un cinsel organını sol elinde tutar. Ardından hemen arkasına bakmadan kötü kaderinden kaçmak için elindeki kanlı kalıntıları atarak oradan kurtulur. Acı kaybolmuştur. Gerçekten, çok eski varoluş anlayışında iç insanın kendi miti yoktur. Bu demektir ki o tamamen yaratılış mitinde kaynaşmış ve varolmuştur ve özel belirli bir şekli vardır. “Kararlarınızı alırken sahip olduğunuz motivasyonlar, burada tanrıların tanıdığı motivasyonlardır. İnsanda önemli olarak tamamlanan her şeyin belli başlı temeli ve yoğunluğu insan kalbinde değil Tanrılardadır. Demek ki, kendinin büyük bir varlığa ve onun yaşayan simgelerine ait olduğunu bilir. Onları tanıdığı zaman insan kendi kendisini öznelliğin içine saklamak ve sürüklemekten ve aynı zamanda az emin ve inatçı olmakta uzak, nesnelliği, dünyadan yaratılmış olana ve buradan kutsallığa kadar gerçeği yakalar.” Bu yüzden, Yunanlı için bir şeyi tanımak ve anlamak onun için buduyguya sahip olmaktan daha önemlidir. “Aşk, asalet ve adalet ile gayret eden, sevilmeye değer, asil ve doğru olanı bilir.”

Kosmogonik Mit

Her şey varolmadan önce Beance (Kaos) vardı… Her şey varolmadan önce Beance (Kaos) vardı. Hemen ardından karlı Olimpus’un doruklarıyla ve Tartares’in soluk sisiyle ilgilenen ölümsüzlerin hiçbir zaman oturmadığı geniş yamaçlarla Yer (Gaia) ve aynı zamanda ölümsüz tanrıların en güzeli Aşk (Eros) oluştu” diye yazmıştır Hesiodos. Tüm kozmogonik organizasyon sürecini başlatan ve önce de orada bulunan gücün üçlü tiradını Kaos, Yer ve Aşk oluşturur. Her şeyden önce doğan Beance’nin zirvesi olmadığı gibi tabanı da yoktur: durağanlıktan, şekilden, yoğunluktan ve doluluktan yoksundur. Beance “Çukur” olduğuna göre derin bir uçurumdan çok, soyut bir yer (boşluk), yön durumu tayin etmeden, durmadan dönen sersemlik veren bir kasırgadır. Bununla beraber “delik” olduğuna göre, ona bağlı olanı çözer ve aynı zamanda tersini de yapar. Gaia yürümek için sağlam bir zemin ve dayanmak için emin bir temeldir. Belirli olur olmaz, Gaia tanrılar için temel işlevi içinde, yukarı ve Kutsal kan damlaları Gaia’nın (kara toprak) üzerine düşer. Gaia onları göğsünde toplar. Uzağa fırlatılmış cinsel organ, onu çok ilerilere götürecek olan Pontos’un dalgalarına düşer. Erkekliğini yitirmiş Uranos aşağı iki kutup arasında çekilmiş, loş yeraltı zemininin ve açık karlı zirvelerinin arasında gerilmiş biçimde kendini tanıtır. Aynı şekilde kaos görünür görünmez zıt varlıkların iki çiftine hayat verir: önce Erebos ve siyah Gece (Nux)’a, sonra çocuklarına Ether (Aither) ve Gündüzün Işığına (Hemere).

Eros cinslerin bölünmesi ve karşıtların zıtlaşmasından önceki doğurucu gücü temsil eder. Eros, orfikler gibi ilkeseldir. Bu anlamda yaratılışın aynı sürecinde yaratılmış olanda tekrar yenilenmenin gücünü tanıtır. Bu güç, Gaia ve Kaos’da, doğar doğmaz kendi zıtlıklarını ve yansımalarını bir araya getiren kendilerinden başka ardı ardına bir şey yaratma fikrini doğurdu. Böylece, gitgide kendi kendini izleyen yaratılışa evlilikten, döl vermeden, ardı ardına gelen kuşakların rekabetinden, birleşmelerinden ve zaferlerinden oluşmuş dramatik bir ders verecek olan, yüzleşmiş ortakların bulunduğu bir dünya kurulur. Gaia, önce yıldızlı gökyüzüne (Yıldızlı Uranos) hayat verdi; onu kendisini her yandan kaplasın ve örtsün diye “kendi kendine eşit” yarattı. Gaia’nın ikiye bölünmesi, karanlığın ve ışıklı olanın arasında çekip uzatılmış kendi gibi gözüken Yeri ve Kaos’u ortaya koyar; işte bu, gecenin karanlık ama yıldızlı gökyüzüdür. Böylece kozmogoninin birinci evresi sona erer. Buraya kadar yaratılmış olana ulaşan Güçler, doğanın kuvvetleri veya ana unsurları gibi kendilerini tanıtırlar. Şimdi dünyanın tiyatrosu değişik tipte oyuncuların sah-neye girmesi için hazır hale gelmiştir.

Gaia ve Uranüs’ün Bitmeyen Yaratmaları

Uranos ve Gaia’nın kucaklaşmaları üç Çocuk serisini meydana getirdi: on iki erkek ve on iki kız Titan, üç Kiklop, üç Yüz kollu. Titanların kardeşleri altı erkek ve altı kız çocuğundan oluşur. Gökyüzünün egemenliği “Çin yapılan kavgada Zeus’un rakibi olan Kronos en gençleri ve en sonuncularıdır. Arkaik bir anlatımla, Pelasge, yaratılış mitinden, Titanlar ve gezegenlerin güçleri arasındaki bağlantıyı kurmuştur: “Tanrıça yedi gezegensel güç yarattı ve her birinin yönetimini bir Titan’a ve bir Titanid’e verdi. Theia ve Hyperion Güneş’te, Phoebe ve Atlas Ay’da, Dione ve Krios Jüpiter gezegeninde, Tethys ve Okeanos Venüs’te, Rhea ve Kronos Satürn’de hüküm sürdüler. Uranos ve Gaia’nın üç kuşak çocuklarıyla kozmogonik sürecin son bölümünü oynayacak oyuncular yerlerini almışlardır, ilkel gücünün basitliği içerisinde Uranos cinsel etkinlikten başka bir şey tanımaz. Bitmeyen bir gecede, Gaia’nın üzerine yatarak onu her yanından sarar, çevreler ve hiç durmandan ona kalbini açar, duygularını söyler. Bu sabit aşk taşkınlığı Uranos’ta “saklı” olanı meydana getirir; üzerine yatıp uzandığı Gaia’yı saklar; çocuklarını gebe bıraktığı yerde, inleyen Gaia’nın çocuklarının yüküyle derinliklerde tıkanmış kamında saklar.
Doğurucu Uranos gündüzün gece ile ardı ardına dönüp gelmesi gibi çocuklarının ışığa ulaşmalarını engelleyerek üremelerin meydana gelişini engeller. Aşkından çılgın, Gaia ile bütünleşmiş, çocukları büyüdüğünden kendilerinin arasına girmelerinden korkarak, onlara karşı nefret dolu olarak hayat verdiği yavrularını doğum öncesi karanlıklara, Gaia’nın kucağına atar. Taşkın cinsel gücünün fazlalığı yaratılışı kımıldamaz hale getirir. Uranos, Gaia ile birleşmiş kalarak artık üreyemez ama Toprağı ve Dalgayı eken üreme organı çocuklarına okuduğu laneti gerçekleştirecek ve gelecek, bu kötü cinayetin intikamını alacaktır. Toprağın üzerindeki kan damlaları üç kutsal güç grubunun doğmasına sebep olur: ebeveynlerinin cinayetlerinin cezasını ve intikamını gerçekleştirme görevini üzerine alanlar (Erinys’ler), savaş girişimlerini, kavgaları, güç gösterilerini koruyanlar (Devler, Su Perileri ve Meliai). Uranos’un cinsel organı uzun süre Pontos’un dalgalarında dolaşarak denizin köpüğüne karışır. Üreme organından fışkıran sperm köpüğü denizin köpüğü ile sarılır. Bu köpüklerden (Afros) tanrıların ve insanların Afrodit diye adlandırdıkları bir kız doğar. Kıbrıs’a ayak basar basmaz Aşk ve Tutku (Eros, Himeros) onun için tören yaparlar. Demek ki Uranos’un hadım edilmesi Toprakta ve Denizde, zıtlıkları içinde birbirinden ayrılamayan sonuçların iki düzenini oluşturur, bir tarafta şiddet, nefret, savaş: öbür tarafta şefkat, uyum, aşk. Demek ki yeryüzü zıtların karışımı ve karşıtların bileşimi aracılığıyla kendi kendini düzenlemiştir ama uyum ve karşıtın güçlerinin dengelendiği bu karışımlar dünyasında iyinin ve kötünün arasındaki paylaştırma çizgisi kurulmamıştır. Savaş ve sevgi güçleri eşit şekilde aydınlık ve karanlık görünümlere sahiptir. Onları birbirlerinden ayıran gerilim ilişkisi her birinin arasında kendi doğasına özgü anlaşılmazlığı ile bir kutupsallık şeklinde belli olur.

Kronos’un Devrilmesi

Kronos kız kardeşi Rhea ile evlenir ama Uranos’un bedduaları üzerine, kendi oğullarından birinin kendisini tahttan indireceği söylentisi ortaya çıkar ve Kronos Rhea’nın dünyaya getirdiği bütün çocukları ilk önce Hestia sonra Demeter ve Hera, daha sonra Poseidon ve Hades olmak üzere yer. Rhea çok kızmıştır ve üçüncü oğlu Zeus’u Arkadya dağının üzerinde gecenin ortasında dünyaya getirdiği zaman onu Girit’te bir kovuğa saklayan Toprak Ana’ya verir. Rhea, Kronos’a yemesi için oğlunun yerine kundak bezlerine sarılmış bir taş verir. Zeus büyür ve bir gün Kronos’un içki dağıtıcısı olarak geri gelir. Rhea bütün iyi kalbiyle yardım eder ve Rhea Metis’in (Kurnaz Akıl) verip, ballı meşrubata karıştırmasını söylediği kusturucu içkiyi oğluna verir. Kronos bundan bolca içtikten sonra ilk önce büyük taşı sonra Zeus’un büyük ağabeylerini ve ablalarını kusar. Hepsi sağ salim çıkarlar ve Zeus’a şükranlarını sunmak için ondan Titanlara karşı bir savaşta önderleri olmasını isterler. Savaş on sene sürer. Kiklopları ve yüz kollu canavarı esir olarak alırlar. Kronidler zaferi kazanırlar. Yenilmiş Kronos ve Titanlar Tartares’e sürgün edilir ve Zeus Kainatın Efendisi olur. Kronos’un kusmuş olduğu büyük taş Dünya’nın merkezini belirlemek için Delfi’ye yerleştirilir ve bir kült eşyası haline gelir. Taş, kutsanmış yağ olur ve dokunmamış yün adakları alır.

Kronos – Satürn: Kader Tanrısı

Zaman, hayat kaynağı. Kozmogonik efsane Kronos’u bize ilk Kral gibi ama aynı zamanda Gök-Baba ve Toprak Ananın ilkesel birliğinin ayrılışının başlamasına sebep olan kişiymiş gibi de tanıtır. Onun sayesinde zaman ilkesel Uzay’ı takip ederek, harekete geçer. Madem ki zaman vardır, öyleyse devirler de vardır; onun barışmalarıyla ve rekabetleriyle bir ikilik ortaya çıkar. Onun işlevi ilkesel kaynaklardan farklılaşmıştır ve namuslu bir insan olmak için geçmek zorunda olunan kanıtları onaylamak olmuştur. Babasını tahttan indiren Afrodit’in ve hatta Erinys’lerin çıkışını sağlayan Tanrı, oluşun ve ikiliğin sahibi olacaktır. Kendi sırası geldiğinde ve apaçık kadere karşı gelme isteğine rağmen, kendi alınyazısının yani oğlunun ortaya çıktığını görecektir. O nasıl kendi babasını tahttan indirdiyse oğlu da onu kurnazlıkla (Metis) tahttan indirir. Zamanın sembolü gibi, onun otoritesinden kaçabilen çocuğu hariç o da çocuklarını yer. Böylece, Zeus’un gücünün uyandığı insan zamanın aşınmasını yenecek ve bilerek bir ölümsüz olacaktır.

Kader ve Akıl

“Nous ve Moira, Akıl ve Kader, Adaletin sahibini tartışırlar ve Yaratıcı karar verir: onların arasındaki gerilimden adalet ortaya çıkar. Bu sözler Leyden müzesinde saklanan bir Papirüs üzerindeki el yazmasından alınmıştır. Moira “Ölüm Kararı”nı sembolize etmektedir. O kaderin ve ölümün perisidir, isminin ifadesi “paylaşma” veya “pay”dır. Bazen üç kız kardeş olarak tanıtılmıştır. Epiminede’lerde Kronos ve VVeuonym; Moiralar, Aphrodit ve Erinys’lerin ailesidirler. Biz Zeus’un hükümdarlığından önceki, köhne tanrısallığın huzurundayız. Onlar adaletin koruyucularıdır. Başlangıç ve son, doğum ve ölüm Moira’larm en büyük iki anıdır. Düğünler bir üçüncüsünü oluşturur. Böylece bu üçü kavrayış anlarını, doğumu ve ölümü belirtirler. “Onlar insanlara doğduklarında iyileri ve kötüleri verirler”. Onlar yeni doğan kişinin kaderini “doldururlar”. Demek ki onlar üç Parka’nın yakınlarıdırlar; iplikçiler; Kloto diye adlandırılan, insani kaderlerin doldurulduğu çarkı tutan yeni yetme; Lakhesis, iği çeviren genç kadın ve; yaşlı Atropos, altın makaslarla varolmanın ipini kesendir. Siyah yün kısa ve kötü bir kaderi, beyaz ip açık ve uzun günleri gösterirdi. Üç Moira bize Yunanistan’daki üç yüzlü ayın sembolünü hatırlatmaktadır.
Kronos, -Zamanın Efendisi olduğuna göre hayatın devirlerinin Efendisi olacağı gibi; yeni yetme, genç kadın ve yaşlı kadın da süreleri sona erdiğinde kabul edilmesi gereken belirli sınırlar içinde cereyan edecek devirlerdir. Onların hareketleri bize Kozmik Kuralların katılığını hissettirir. Bu kaçınılmazın baskısı dışarıdan ezici ve saçma bir “Kader” şeklinde bizim hayatımız üzerinde o kadar uzun sürede kendini gösterecek ki hayatın bize dağıttığı acı ve yakınmayı bilinçli bir şekilde kaldırmakta başarılı olamayacağız. Anlamamız gereken kaçınılmaz olanın bizim gücümüze karşı değil, bizim gücümüzün emrinde olduğudur. Bundan kaçamayız. Bunun bizi ittiği yere bilinçli olarak gitmeyi istemek ve hatta bunun için de kendi kendimizi tanımak doyurucu başarının şartlarıdır. Ama “kendimiz”, kainatta yerleştirilmiş olduğumuz yerin insanlarının çoğunun bunu hissetmediği çok daha içten bir sekile bağlıdır. Bu yeri tanımayı ve tanımlamayı öğrenen artık kaçınılmazdan kaçmaz. Zira bir anlam ihtiva eden her şey güzelliktir.” (P. Metman) işte o zaman kader, kendisiyle karşılaşmaya neşe ile gittiğimizde bir yakınma kaynağı olmak yerine Gerçekleştirmenin Yolu olur. Kaçınılmazın üstündeki bu zafer onu tamamen kabul etmiş olmanın çıkışı, efsanede Zeus’un ölüm üstündeki zaferi olarak görülür. Zeus, Kronos’un zafercisi, bu aşınmanın ve zamanın üstüne zaferdir. O dünyanın ve Moiragete’nin Ulusu Moira’ların sürücüsü, yol göstericisi olur. Ölümsüzlüğe yönelen kişi ölümden sonraki hayata yönelir. Böylesi, kahramanların kaderi; yarı tanrı, Zeus’un oğlu, yiğitlikleri ile ölümlülüklerini yenenler ve ölümsüzlük nektarını içenler, latum” (kader) üzerinde zaferin simgesi, kendi ölümünden sonra yeniden doğmaya yatkın hayatın kaynağıdır.

Gezegensel Güç

Satürn katı ve çarpıcı mantığıyla izlediği yolda gerçeğin çemberini sınırlandırır. Bazen “büyük kötülük getiren” diye adlandırılır çünkü o kendi payı içinde katılır, felaketler, zorluklar, engeller ve sınırlar getirir. Vicdan, zayıflıkları ve başarısızlıkları kendinde toplayan bu özellikleri anlayabilmek, özümseyebilmek ve aşabilmek için gücünü toplamalıdır. O ayrıca, bilinen dünyada sınırlı bütünleşmemiz içinde korunmuş “Egomuzun” vicdan sembolüdür. Satürn’ün dünyasında her şey düşünülmüş, programlanmış ve önceden görülmüştür. Satürn yörüngesinde ortalama 29 yıl 167 gün döner. Yaklaşık 28 güne eşit olan bu yörünge Ayın yörüngesine benzer. Bu arada her biri 17 yıldan oluşan dört periodda, insan kişiliği oluşur ve sert Satürn başladığı noktaya geri dönünce kendi olgunluğunu yüklenmeye hazır olması gereken kişiliğin ikinci doğuşuna yol açar. Bu anlamda O, inisiyatördür ve hayatta üç büyük kaderin işaretçisidir: 28-56-84 yaşlarında.

Geçtiği yerde kendimize ait olan çıplak ve katı bir bilinci belli eder. Bu üç devir şöyle adlandırılır: “Geçmiş (28 yaşına kadar mirasımız); şimdiki zaman (56 yaşına kadar araçlarımızın kullanımını yüklenmek); gelecek (56-84 yaş arası; geleceği hazırlamak için hareket geçmek). Zamanın yenilenmesi “Kaos”un geçmesini gerektiriyordu; Roma’da bu olay “Satürnalia”lar tarafından oğlak burcu işareti ile kutlanıyordu. Bu şenlikler boyunca dünyadaki düzen “altüst” oluyordu. Yani herkes toplumdaki yerini değiştiriyor, köleler efendi, efendiler köle oluyordu. Düzenin altüst oluşu tıpkı Tanrının başlangıcını tamamlarken Gök-Baba’yı altüst ettiği gibi zamanın güçlerinin tekrar yenilenmesini sağlar. Bunun ardından Zeus dünya düzenini yeniden kurar. Satürn’ün gücü insanın yalnızlık bilincini uyandırır. İnsan, maddesel cıvayı spiritüel cıvaya dönüştüren sürece başlayabilmek için bencilliğin koyu, bilinmez karanlıklarını yüklenmelidir. Bu karanlıklar, onun kaderine, fedakarlık, çile ve kendi yeteneği ile evrensele kavuşması için gereklidir. Satürnlülerin yükselişi yavaş ve zordur ama bilginin ve yeterliliğin en yüksek tepelerine ulaşabilirler. Bazen de, kendilerini toparlayamadan aniden düşerler. Fakat her durumda, onların geçişleri çağdaşları ve gelecek için ölümsüz ve örnek izler bırakacaktır.

Laura Winckler
Çevirenler Özge SAMANCI, Meltem ABDİK
Yazar, Kolomb öncesi, Grek, Mısır uygarlıkları astrolojik metinlerinin yeniden araştırılması üzerinde uzmanlaşmıştır.

Bir cevap yazın

error: Content is protected !!