Birçok mucit ve sanatçı kendi konularıyla ilgili şeyleri rüyalarında görmüşlerdir. İşte bunlardan bazı örnekler:
Benzinin Yapısının Rüyası: 19.Asrın ortalarında bilim adamlarını hayrete düşüren bir olayın hikâyesi bilim tarihinin sayfalarındaki yerini aldı. Bu ünlü Alman kimyacısı Friedrich August Kakule’nin rüyasıdır. 1850’de İngiltere’nin sisi hiç eksik olmayan şehri Londra’da çalışmalarını sürdüren Kakule, yorgun argın laboratuvarından oteline dönerken uyuyakaldı. Biraz sonra da bir rüya görmeye başladı. Rüyasında atomlar zıplayıp oynayarak karşısında dans ediyorlardı. Bunlardan bazıları ise el ele verip zincir şeklinde bir halka meydana getirmekteydiler. Arabanın fren yapmasıyla birlikte Kakule uyandı. Fakat rüyası büyük değer taşıyordu ve ona çok şey öğretmişti. Gördüğü imajları formül haline getirip defterine kaydetti. Rüyadan yararlanarak ortaya attığı teori ile de meşhur oldu. Böylece bu rüya sayesinde kimya ilminde büyük bir hamlenin öncülüğünü yapmış oldu. Aradan 15 sene geçti. Bir kış günü Kakule, çalışma odasının şöminesinde yanan odunların çıtırtısını dinlerken uyuya kaldı. Yine rüya görmeğe başlamıştı. Rüya bir evvelki gibiydi ama evvelkinin devamı niteliğini de taşıyordu. Yine rüyada atomlar hoplayıp zıplayarak dans ediyorlardı ama, onları birbirlerine kenetleyen zincirler de birer yılana benziyordu. Sonra yılanlardan biri aniden dönerek kendi kuyruğunu ısırdı. Bu esnada Kakule uyandı. Böylece karbon atomlarının zincirler şeklinde halkalar meydana getirebileceğini rüyası sayesinde fark edebilmişti. Bunun sonucu olarak da iç yapısı çözümlenemeyen benzinin yapısı anlaşıldı.
Rüyada bestelenen Opera: Richard Wagner “ Tristan ve İsolde “ adlı operasının çok beğenilmesi ve olağanüstü bulunması üstüne kendisine yapılan iltifatlar karşısında samimi bir arkadaşına şu itirafta bulundu: Kıymetli dostum. Bu opera benim dehamın eseri değildir Rüyamda gördüğü ve işittiğim sesleri uyanır uyanmaz notaya döktüm. Beğendiğiniz bu müzik, rüyaların sesidir. Benim zavallı kafam, böyle bir harikayı asla isteyerek ve düşünerek bulamazdı. Yine Wagner, meşhur Rhinegold operasını tamamlamıştı ama bir bölümünü bir türlü zihnindeki gibi besteleyememekten rahatsızdı. Nihayet bir gece uykuya dalmak üzeri iken gördüğü rüyadan faydalanarak eserini istediği şekilde tamamlamayı sonunda başardı.
Dikiş Makinesinin Rüyası: Rüyalar insanların yaşamına yön verebilir mi? Bu soruya hemen herkes çeşitli cevaplar verebilir. Ancak dikiş makinesini bulan Elias Howe, bu harika olayı bu güne kadar çok az insanın bildiği bir rüyaya borçludur. Ansiklopedilere asıl buluşuyla geçen Elias Howe makinesini geliştirmek için cebindeki son kuruşa kadar harcamış, aşamanın son noktasına gelmiştir. Ancak sorun dikiş iğnesinden kaynaklanmaktadır. Dikiş iğnesinin neresine delik neresine delik açıp iğneyi geçirirse, buluşu başarıyla çalışacaktır. İşte böylesine sıkıntılı gecelerden birinde gördüğü rüya, hayatının akışını değiştirir. Howe rüyasında bilmediği bir ülkededir. Ülkenin kralı ona bir dikiş makinesi bulma emrini vermiş, bunun için 24 saat tanımıştır. Howe kan ter içinde çalışırken, çevresinde tam, tam çalan yerliler ölüm dansı yapmaktadırlar. Tam bu sırada yerlilerin mızraklarına dikkat eden Howe hemen uçlarındaki delikleri görür. Sorunu çözmüş ancak zamanı kalmamıştır. Kan ter içinde uyanınca hemen yataktan kalkıp otel yerine koşar. Tıpkı yerliler gibi iğnenin ucuna deliği açarak ipliği geçirir. Deneme başarılıdır. Makime tıkır, tıkır çalışmaktadır.
Dickens’in haberci Rüyası: Ünlü yazar Charles Dickens rüyasını şöyle anlatmıştır: Rüyamda sırtında kırmızı bir şal olan bir kadın gördüm. Arkası bana dönüktü. Bana doğru döndüğünde onu tanımadığımın farkına vardım.” Ben Bayan Napier’ im dedi. Ertesi sabah uyandıktan sonra giyinirken bu saçma rüyayı düşündüm. Çok belirgin bir anda görülen saçma sapan bir rüyaydı. Neden Bayan Napier? Ömrümde Napier diye birini hiç tanımamıştım. O gece kütüphanede kitap okudum. Az sonra Bayan Boyle ve ağabeyi geldiler. Yanlarında kırmızı şallı genç bir bayan vardı. Onu bana Bayan Napier olarak tanıttılar.
Rüya ve Atom Teorisi: Niels Bohr adında bir yüksekokul öğrencisi bir rüya görmüştü: Kendisi Güneşin kızgın gazlarla dolu merkezinde duruyor ve gezegenler, ince ipliklerle bağlı oldukları güneşin etrafında dönüyorlardı. Her gezegen Bohr’un yakınından geçerken bir düdük çalmaktaydı. Sonra yanan gazlar soğuyup katılaştı. Güneş ve gezegenler uzaklaşıp gittiler. Bohr bu sırada uyandı. Bu rüya ona güneş sistemi ile atom yapısı arasında bir benzerlik olduğunu mu göstermişti. Yoksa? Böylece, atomun ilk modern atom teorisi bir rüya ile başlamış oldu.
Mark Twain’in Rüyası: Sonraları Mark Twain adıyla dünya ölçüsünde bir şöhrete ulaşan genç Sam Clemens, bir gece rüyasında küçük kardeşini, iki sandalye üzerine oturtulmuş madeni bir tabut içinde gördü. Ortasında büyükçe bir kırmızı gonca bulunan beyaz çiçeklerden bir demet yapılmış, kardeşi Henry’nin göğsü üzerinde duruyordu. Bu garip rüya Sam’ı günlerce meşgul etti. Bir gün Sam vapurla New Orleans’dan ayrılan Henry’nin vapuruna rastladı. Sam’in vapuru Greenville’ye yanaştığı sırada kasaba büyük bir felaket haberiyle kaynıyordu. Sam rıhtıma çıktı ve aldığı gazeteden, Henry’nin bindiği vapurun Memphis kasabası civarında infilak ettiğini, yüz elli kişinin kazaya kurban gittiğini ve kardeşinin kurtulanlar arasında bulunduğunu öğrendi. Bu haberle içi ferahlayan Sam, Memphis’e varınca beyninden vurulmuşa döndü. Diğer yolcuları kurtarmak isteyen Henry kızgın buharla kavrulmuş ve yarı ölü bir hale gelmişti. Sam altı gün altı gece kardeşinin başı ucunda gözünü kırpmadan bekledi. Nihayet dayanamayarak bitkin bir halde olduğu yerde uyuya kaldı. Uyandığı zaman kardeşinin yatağı boştu. Dışarı çıkınca iki sandalye üzerine oturtulmuş madeni bir tabutla karşılaştı. Elinde olmadan ürperdi. Kardeşi rüyasında gördüğü gibi tabuttaydı. Yalnız kırmızı goncalı beyaz çiçek demeti yoktu. Tabut Henry’nin fedakârlığına karşılık olarak aralarında para toplayan Memphisliler tarafından yaptırılmıştı. Sam, tabutun üzerine eğildiği sırada içeri yaşlıca bir kadın girdi ve elindeki beyaz çiçek demetini Henry’nin göğsüne koydu. Demetin ortasında kırmızı bir gül vardı. İhtiyar kadın Henry’nin kurtardığı insanlardan birinin annesiydi.
Şeytan Sonatı Rüyası: Modern keman yayının mucidi G. Tartini, rüyasında Şeytan’a esir olduğunu görmüştü. Gene bu rüyada Tartini şeytan ile alay etmek üzere, ona bir keman vermişti. Fakat bu durumda olan oldu. Şeytan en derin hayallerinin bile meydana getiremeyeceği kadar güzel bir sonat çalmaya başlamıştı. Tartini uyanınca bu parçadan hatırladığı kadarını notalara döktü ve ünlü Şeytan Sonat’ını böylece meydana getirdi. Tartini bu rüya hikâyesini 1866 yılında astronom Joseph Lalande ’a anlatmıştı. Beathoven, Mozart, Schumann gibi ünlü besteciler, bestelerinin bazı kısımlarını rüyalarında görmüşlerdir.
Rüyayı Arkadaşı Gördü Ama O Kurtulamadı: 16 Aralık 1897 gecesi, o zamanın ünlü aktörü William Terris, Adelphi tiyatrosunda temsil edilen bir melodramda oynayacaktı. Terris’in arkadaşlarından Frederick Lane provalara gelerek Terris’in kahramanı olduğu bir rüyasını anlattı. Rüyasında Terris’in soyunma odalarına çıkan merdivende, aktörler ve tiyatro müstahdemleriyle çevrili olduğunu ve baygın halde yerde yattığını görmüştü. Terris’in göğsü çıplaktı. Her nasılsa yaralandığı belli oluyordu. O gece Terris, tiyatroya giderken bir akıl hastası tarafından bıçaklandı. Cinayetin detaylarını anlatan London Times, olay hakkında şöyle yazmıştı: “Aktör baygın bir halde tiyatro binasının içine taşındı ve merdivenlerin dibine bırakıldı. Orada göğsü açık olarak, tiyatronun görevlileriyle çevrili biçimde hayata gözlerini yumdu. Arkadaşının gördüğü rüya onu maalesef kurtaramamıştı.
Detaylı Parçasıyla Görülen Rüya: Yonkers’li bayan Dorothy Mc Kınlay 2.Dünya Savaşı sıralarında Hollanda’da oturduğunu bildiği teyzesiyle boş yere iletişim kurmaya çalışmıştı. Bir gece rüyasında teyzesini elinde kahverengi bir evrak çantası olduğu halde karartılmış bir Londra caddesinde yürürken gördü. Birden gözleri kamaştıran bir ışık sokağı aydınlattı. Sonra korkunç bir patlamayı takiben halk feryatlar kopararak kaçışmaya başladı. Bir ay kadar sonra bayan Mc Kınlay avukatından aldığı bir mektuptan, teyzesinin Hollanda’dan kaçtığını, aylardan sonra İngiltere’ye geldiğini, fakat Londra’da geçirdiği ilk gece bir sığınağa doğru koştuğu sırada patlayan bir bomba tarafından öldüğünü öğrendi. Avukat bayan Kınlay’a öldüğü sırada teyzesinin yanında bulunan evrak çantasını da göndermeyi ihmal etmemişti.
Öldüren yılanın Rüyası: 1889’da Missouri’da Hoop adlı bir çiftçinin yanında çalışan Greenlee isminde bir işçi, üç gece üst üste şu rüyayı gördü: Garip biçimli bir çalının altında çöreklenmiş ufak bir yılan onu ayak bileğinin biraz yukarısından ısırıyor ve ölümüne neden oluyordu. Bunun üzerine Greenlee temkinli davranmaya karar verdi. Bir çift ağır çizme satın aldıktan sonra evinin etrafındaki bütün çalıları kesti. Ancak aradan aylar geçmesine rağmen ortalıkta hiçbir yılan görünmeyince Greenlee çizmelerini çıkartıp attı. Bir hafta kadar sonra her nasılsa Greenlee’nin elinden kurtulan bir çalının altında çöreklenmiş bir yılan adamcağızın ayak bileğinin yukarısını ısırdı. Doktor olay yerine yetişinceye kadar Greenlee çoktan ölmüştü.
Öleceğinin Söylendiği Rüya: 1980 yılının ilk günüydü. İspanya’daki küçük bir otelde çalışan Jamie Castel, gördüğü rüyanın çok etkisinde kalmıştı. Rüyasında bedeni olmayan bir ses ona şöyle hitap etti: 7 ay sonra bir çocuğun olacak. Ancak sen onu göremeden öleceksin.” Bu tatsız rüya iyice moralini bozmuştu, çünkü eşi hamileydi. Durumu karısına anlattı ve onun düşünceleriyle biraz rahatladı. Ancak ya bu rüya gerçekleşirse diye düşünmekten de kendini alamayarak bir sigorta acentesine gitti ve hayat sigortası yaptırdı. Aradan aylar geçti, doğum yaklaşmıştı. Castel otoyolsa az bir sürat yaparak evine dönerken, karşısına aniden bir kamyon çıktı. Aracın kontrolünü kaybederek bariyerlere çarptı. Emniyet kemeri takılı olmadığı için ön camdan fırlayarak feci bir biçimde yaşamını yitirdi. Rüya gerçekleşmişti. Pastel’in dul eşi sigorta şirketinden yüklü bir miktar para aldı. Sigorta şirketi her ne kadar bu ölümden şüphelendiyse de ortaya bir kanıt olasılığı çıkmadı.
Ünlü İlahi Komedyanın yazarı Dante’nin Oğlunun Rüyası: Dante’nin oğlu J. Alighieri babasının meşhur İlahi Komedya adlı eserinin parçalarını toplarken 13 şarkıyı bulamamıştı. Bütün aramalar boşa çıktı. Bir gece rüyasında babasını beyazlar giymiş bir vaziyette gördü. Dante’nin başında bir ışık, oğlunu hayatında iken oturduğu kendi oda odasına götürdü. Eski zaman evlerinin karmakarışık dolapları ile arada kaybolmuş duran, hiç de dolap hissi vermeyen gizli bir yerde bu şarkıların durduğunu gösterdi. Ertesi gün rüyasında gördüğü yeri bulan Alighieri, kayıp olan 13 şarkıyı da orada buldu.
Kubilay Han Rüyası: Şair Coleridge, Kubilay Han’la ilgili bir kitap okurken uykuya dalmıştı. Üç saat kadar iskemlesinde öylece uyudu. Uyurken bir rüya gördü. Rüyasında 200-300 satırlık bir şiir yazıyordu. Bu rüya içinde şiirle ilgili hayaller maddeleşmiş olarak belirmişti. Coleridge uyanır, uyanmaz hatırladığı satırları yazmaya başladı. Bu sırada bir ziyaretçi geldi. Bu nedenle de çalışmalarına bir süre ara vermek zorunda kaldı. Daha sonra rüyasının devamını yazmak istedi, fakat geri kalan satırları unutmuştu. İşte Kubilay şiiri böyle yazıldı.
Gufran Erkılıç